Reklam

Twitter

 

17 Temmuz 2012 Salı

"Hiç mi burnunuza gelmedi Mertcan Aktaş’ı okurken o çim kokusu"



SERDAR SARIDAĞ
Dağdan akan minik şelalenin içinde ellerini iki saniye bile tutamayacak kadar dondurucu olan suyu yüzünüze çarptığınızda, “Dünyayı bu kadar güzel yarattıysan, kimbilir cenneti nasıl yarattın” diyesi geliyor insanın Tanrı’ya. Bad Kleinkircheeim’in, yüksek tepelerinde ormanda yaptığım sabah yürüyüşü ve koşusu sırasında insan gerçekten farklı bir boyuta geçiş yapıyor gibi hissediyor kendini. Bir anda önüme çıkıpta yüreğimi ağzıma getiren sincapın en yakın ağaca tırmanışını seyretmekten alamaz kimse kendini bu yeşilin krallığını ilan ettiği coğrafyada. Ciğerlere dolan temiz havanın karbondioksit olarak bu güzelim orman havasına karşıması bile beni rahatsız ediyordu sanki. Bir tane bira şişesinin, pet şişenin, gazete kağıtlarının çer ve çöpün olmadığı bu yerde benim atmosfere bıraktığım karbondioksit nasıl rahatsız etmesin ki beni.

Her gelişimde, “Kesinlikle başka bir gezegendeyim” dediğim Avusturya’nın, Alpler’inde yaptığım her yürüyüş esnasında karşıma ya Heidi ya da mor renkli bir inek çıkacakmış hissi veriyor bu ortam bana. Dağ bisikletiyle karşıma çıkan bir anne ile genç kızının “Hallo” demeleri, hala kulaklarımın derinliklerinde saklanıyor. Burada dağda, markette, kafede, yolda ve mağazalarda gördüğüm insanların selamını vermeden geçip gitmesi beni artık mutlu etmiyor. İnanın her verdikleri selamda “Ah ahhh. Değil selamın verilmediği yolda bayılan birine bile yardım edilmeyen bir ülkeden geldiğimi nasıl anlatabilirim size” demek istiyorum ama dudaklarımı kilitleyen o basiret bağlanması var ya. İşte o beni frenledi her seferinde.

Otelimizin yanındaki Kir Royal Cafe’nin o temiz yürekli işletmecisi Venah ne güzel söylüyordu “Siz Türkler hep neşelisiniz” diye. Evet bu kadar kaos, stres, ve problemlere rağmen biz mutlu insanlarız. “Hoşgörülü bir Türk gördün mü, onu kolundan tut bırakma” dedim Venah’a.
“Beşiktaş yönetimine söyleyin seneye de buraya gelsinler” diyordu Venah bizlere. “Seneye beraber gezer tozarız Bad Kleinkirchheim’de” diyerek gözlerimizin içine içine bakıyordu bu hoşgörülü Avusturyalı. Kampın ilk gününden beri İtalyanca konuşarak Venah’tan espressosunu isteyen Hürriyet’ten İsmail Er için “Bu adam gerçekten hergün mutlu mu böyle” demesi çok güldürmüştü bizi. Sevgili Venah gibi hoşgörülü insanların olduğu bir ortamda insan ömründen birkaç senesini hiç düşünmeden verir sanki Azrail’e.

Yağmurun kasvet getirmediği, güneşin bunaltmadığı bu şirin Avusturya kasabasında, sadece Venah’ın gösterdiği hoşgörü değil, Samet Aybaba’nın da bir baba gibi gençlerine gösterdiği hoşgörü ve şefkat da bol oksijen etkisi yaratıyordu insanın damarlarında. Toz kondurtmuyor Mertcan Aktaş’ına. Laf söylettirmiyor Kadir Arı’sı ile Muhammed’ine. Babasının kim olduğuna hiç bakmadı bile Mertcan Demirer’in. Diğer gençlerle birlikte hepsini geniş bir hoşgörüyle kucakladı. İçlerinden bazılarını ben de Milliyet Gazetesi’nin sayfalarına taşıdım. Yeni Arda dediğimiz Mertcan Aktaş konuğumuzdu bugünkü sayfalarda. Altındaki yorumların kimisi olumlu kimisi olumsuz du. “Abartmayın, Arda iyi oyuncu mu” gibi yorumlarla Mertcan Aktaş’dan bir şey olmaz’a getirtiyordu söz konusu haberi.

Hep hoşgörüden bahsediyorduk ya. İşte bu. Sihirli kelime bu. O yorumların içerisinde olmayan sihirli kelime. Yazanlar Fenerbahçeli mi, Beşiktaşlı mı, Galatasaraylı mı bilemem. Yeni doğan bir bebeğe kaçımız “Bu it hırsız olacak belli” diyebiliriz. Hangi bebeği kucağınıza aldığınızda “Ulan bu büyünce kesin katil olur” diyebilirsiniz. Hiç aklınıza gelir mi o dünyada taklidi bile yapılamayan o güzelim bebek kokularının içinde böylesine düşünceler içerisine dalmak. Hiç mi burnunuza gelmedi Mertcan Aktaş’ı okurken o çim kokusu. Hiç mi gözünüzün önüne gelmedi o hafta forma giymeyen genç oyuncunun hüngür hüngür ağladığı. Bu kadar mı nefret ediyorsunuz Dünya’nın en iyi liglerinin birinde Dünya’nın en iyi takımlarında oynayan bir Arda’dan. Arda ismi geçti diye mi Mertcan Aktaş’ı tu kaka yaptınız. Evet Venah’a çok doğru söylemişim. Hoşgörülü bir Türk gördünmü tut koluna yapış diye. Çünkü bize bu aralar hoşgörü gerçekten çok az uğruyor.

Yıllardar televizyon programlarında futbol tartışmalarının bu ülkede bir kuşağı zehirleyeceğini hep söyledim durdum. Yeni jenerasyon beni çok umutlandırıyor tabi ki herkes için genelleme yapamam ama benim hoşgörüsüzlüğe tahammülüm yok. Ülkemdeki derelerin içerisinde lağım suları cirit atarken burada içinde balıklar yüzen dereler gördükçe tabii ki karalarım bu satırları. Ben artık birbirimize selam vermekten inanın vazgeçtim ama bari hoşgörümüzü öldürmeyelim. Tamam dereleri de kirletelim ormanları da keselim nasılsa doğa birgün bizi tükürecek ama bari birbirimize olan saygıyı ve sevgiyi eksik etmeyelim futbol dünyamızda.

Mertcan Aktaş ve diğerleri benim babamın oğlu değil. Onlar bu ülkenin yani milli takımın gelecek vaad eden futbol fidanları. Şimdiden onlar için küfürlü tezahüratlar mı hazırlayalım? Bu mudur futbol sevgimiz?
 Lütfen ama lütfen biraz hoşgörü!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...